Mezarlıkta Bir Gün

genç ve kız, nereye gittiklerini bilmeden, amaçlarından emin olmadan yürüyorlardı.

– hissedebiliyor musun? duyuyor musun?

– neyi?

– rüzgarı… ölümün rüzgarı bu… her yerde tanırım, anlarım bu kokuyu… mezarlık yakınlarda olmalı… bu ölüm duygusu, her yerde aynı. geçtiğim binlerce mezarın hepsinde aynı, hiç değişmiyor. doğru yoldayız…

genç, o sakin ama gizemli, sessiz ama anlamlı, karanlık ama çekici, ürkütücü ama nasılsa huzur verici havayı yine sezmişti. mezarlık havası, gencin kişiliğini bulabildiği ender ortamlardan biriydi.

genç ve kız, dağlardan, çayırlardan, derelerden, ormanlardan geçtiler. yollar bölündükçe, gencin pusula kadar şaşmaz sezgileri onlara doğru yolu gösteriyordu. bir süre sonra bir yamaca vardılar.

– yaklaştık, hem de çok yaklaştık… az sonra göreceğiz.

yamacı aştıklarında mezarlık, bütün ihtişamıyla, yeşil-beyaz-kahverengiden oluşmuş solgun bir gökkuşağı gibi gözlerinin önündeydi işte… mezarlığın içinde ilerlerken gencin gözlerinden yağan yağmur, az sayıdaki bulutun ardında parlayan güneşin gökkuşağını oluşturabilmesi için gereken ortamı sağlarcasına sürüyordu.

– mezarlığın sisi beni hep ağlatır… dedi genç. kıza mezarlarda hissettiği kimi huzurlu, kimi sessiz, kimi acı dolu, kimi yalvaran, kimi gülen, kimi haykıran fısıltıları, ortalığa sel gibi yayılan ve buram buram ölüm kokan duyguları, sağda solda sessiz hışırtılarla ilerleyen görünmez varlıkları, ölülerin yaydığı yüreğe nakış gibi işleyen yoğun güçleri ve tüm bunların uyandırdığı duygusal ve ruhsal gelgitleri anlatmasına imkan yoktu gencin. o yüzden susmakla yetindi. sustu ve ağladı…

aradıkları mezara vardıklarında, gencin gözlerinin pınarı kurumuştu. onun yerine kız ağlıyordu. genç, kıza sarıldı; kız, başını onun omuzuna koydu. gencin omuzundan aşağı bir şelale misali akan yaşlar kızın duygusallığı ve duygularının yanında, gence duyduğu sevgi, güven ve itiraf edilemeyen ihtiyacını da ifade ediyordu. genç, milyonlarca kelime ile ifade edilemeyecek şeylerin tek bir anda, tek bir hareketle nasıl anlatılabileceğine bir kez daha şahit oluyordu. genç, kendi gibi genç mezara dikkatle baktı. iki gözünden fazlasıyla, üçüncü gözüyle, yegane özüyle baktı.

ölünün ruhu işte oradaydı… mezardan daha çıkamamıştı. o, ölen bedeninden, mezarından ve dünyadan bağlarını koparmaya çalışıyordu. bunun, hayat ile bağlarını intiharla koparmak kadar kolay olmadığını ve intiharın herşeyi daha da zorlaştırdığını er geç anlayacaktı. genç, kıza karanlığın içindeki ışıktan bahsetmeye başladı. yaşamdan, ölümden bahsetti. sözleri, kızın kendini yavaş yavaş buz dolu bir havuza gömülür gibi hissetmesine yol açıyordu. genç, iyice emin olmak için ellerini mezarın üzerinde gezdirmeye başladı. yerde duran sönük bir balona bastırınca hissettiği duygu gibi, ruhun basıncını avuçlarında hissedebiliyordu.

– dilersen onunla konuşabilirsin, seni duyabilir.

– hayır, birşey söyleyebilecek durumda değilim.

kız, artık azalan gözyaşlarının arasından konuşmaya devam etti.

– onu çok seviyordum. öyle doğal, öyle içtendi ki… öylece kendiydi… sıkıldığı zaman bunu daima açık açık söylerdi…

o sırada, birçok insanın iliklerini dondurup orada yığılıvermelerine yol açacak birşey oldu. mezardan yükselen o sessiz kelimeler, gencin kafasından içeri uğuldayan rüzgar gibi yavaşça süzüldü, dudaklarından sonbaharın son yaprakları gibi dökülüverdi.

– ‘bugün canım çok sıkkın, sizinle uğraşacak halim yok. haydi artık gidin…’

– evet, aynen öyle söylerdi. sen… sen nereden biliyorsun?

genç, cevap vermedi, kafasını sallamakla yetindi. kız, sözlerine devam etti.

– bir keresinde bir ördek yavrusuyla çıkagelmişti…

genç, mezardan yükselerek kızın sözünü kesen kelimeleri algılayıp, atıldı.

– kaz yavrusu olmasın?

kız biraz şaşkın, biraz da bezgin bir ses tonuyla:

– evet, kaz yavrusu. nasıl bildin?

– o söyledi.

– kim?

genç, mezarı işaret etti. kız, buna inanmadı, inanamadı. gencin yalan söylemeyeceğini biliyordu, ama yılların biriktirdiği şüpheleri bir anda silkinip atmak kolay değildi. genç, kızın duygularını da hissediverdi.

– deminki sözleri de o söylemişti. bana inanmak güç geliyorsa, ona istediğin soruyu sorabilirsin. verdiği cevapları sana iletirim.

– o kaz yavrusuyla ne yapmıştı?

mezardan çıkan kelimeler gencin kulağına değmeden, kafasında 1-2 saniye kalan bir görüntü oluşturdu.

– kaz yavrusunu kendi koltuğuna oturtarak, kendi sesiyle onu konuşturdu.

kızın yüzünde şok, minnet, sevgi, lüphe, merak, korku, hayret ifadeleri 2-3 saniye içinde hızlı bir tren gibi geçip gitti. genç, kızın kalbinde hissettiği son şüphe kırıntılarını da süpürmek istedi.

– haydi, başka birşey daha sor.

– onu sık sık arayan biri vardı. kimdi o?

genç, bir anda kapıverdiği sözcüğü bir anda dile getirdi.

– gökhan…

kız ne düşüneceğini, ne hissedeceğini bilemiyordu. bilmediği şeyi de yapmaya çalışmadı. aklına akıveren soruyu da sormadan yapamadı…

– peki…. peki neden intihar etmiş?

– hayatında kendinden kaynaklanan bir sorun varmış, o da hayattan kaçmış. intiharın iki sebebi vardır: ya kendinden kaçarsın, ya da hayatından kaçarsın. o, hayattan kaçmış.

genç, son gelen mesajda algılama yeteneğinin yorulduğunu farketmişti. ölüye dünya ile bağlarını koparmasını, güneşe doğru gitmemesini, gözünü başka boyutlara dikmesini öğütledi. ölü, şaşkın bir haldeydi; ama kendisini anlayabilen ve yalnız bırakmayan birileri olduğu için mutluydu. kız ise, hasta birine çiçek götürmek kadar küçük bile olsa, ölüye bir yardımda bulunabildiği ve kafasındaki sorulara cevap olacak muhteşem şeylere şahit olabildiği için derin bir huzur ve minnet duyuyordu.

mezarlıktan ayrılırlarken, genç o sabah uyuyan arkadaşını bir bakışla uyandırdığını ve buna kızın şahit olduğunu anımsadı. akşam kızın başağrılarının yine başlayacağını ve o ağrıyı şifalı elleriyle geçireceğini ise şimdiden hissediyordu. o gece, genç aşırı yorgundu. ertesi gün, gece uyuyamamanın verdiği sıkıntı ve yorgunluk ile boğuştu.

genç ile kızın arasında çok özel bir bağ vardı. biraz sihirli, biraz esrarengiz, ama anlayış, güven ve sevgi dolu bir bağ. genç, kızın kafasının içindeki ender insanlardan biriydi. kızın güvendiği, korksa da herşeyini hiç saklamadan anlattığı, yanında kendi olabildiği, duygularını ve gözyaşlarını saklamadığı ender insanlardan biri olduğunu biliyordu genç.

Advertisement

Posted

in

by

Tags:

Comments

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s