Trop, saatlerdir elini sürmediği kaleme doğru yorgun bir bakış attı…
Yazmak istiyordu… Sayfaları tüketmek istercesine yazmak… Olup bitenleri, yaşadıklarını, hissettiklerini kalemin ve kelimelerin elverdiği ölçüde, olduğu gibi paylaşmak istiyordu kağıtlarla… Ve belki kağıtları birkaç kişiyle…
Her insan gibi, Trop’un da hayatında önemli bir yer kaplıyordu ilişkiler… Günün çeşitli zamanlarında, çeşitli insanları düşünerek geçirirdi saatleri… Bazen sevgilisini… Bazen başkalarını… Bazen kendisini düşünürdü; olaylara yüklediği anlamları… Ve yüklenmiş anlamların anlam olmayı hakedip etmediğini sorgulardı… Zor sorulardı bunlar, en azından bir insan için… Herhangi bir filozofun cevap verebileceği, veya herhangi bir matematikçinin denklemlere dökebileceği türde sorular değildi…
Geçmiş yıllarda birçok sevgilisi olmuştu Trop’un… Hepsine bazı sorular sormuştu, dudaklarından asla dökmediği… Sevgililerinin kendi içindeki yansımalarını onlar adına konuşturmuş, aldığı cevaplardan tatmin olmadığında terk etmişti her birini birer birer…
Hiçbiri yeterli değildi Trop için… Hiçbiri, cevabını Trop’un da bilmediği soruların cevaplarını bilmiyordu… Büyük bir kısmı, ki bu ciddi bir insan topluluğu anlamına geliyordu, sorulara ilgi dahi duymuyordu… Doğmak… İlk adımlar… İlk kelimeler… İlk okul… Diploma… İş… Evlilik… Doğurmak… İlk adımları… İlk kelimeleri… İlk okulu… Diploması… İşi… Evliliği… Doğurması… Ve sonrası, beyaz saçların ve kırışmış kirpiklerin ardında siyahı beklemek… Hayır, bundan ibaret bir hayat istemediğinden emindi Trop… Ve bundan fazlasını paylaşamayacağı biriyle hayatı paylaşmak istemediğinden de emindi…
İnsanları bu kadar iyi tanıyor olabilir miydi? Her bir kimsenin sorulan sorulara ne cevap vereceğini, onları dinleme zahmetine katlanmadan bilebilir miydi gerçekten? Belki… Belki de bilemezdi… Sorunun cevabı, hissettiği ve hissetmediği şeyleri muhtemelen değiştirmeyeceği için muhtemelen önemsizdi… Zira, hevesi ve umudu kaybolmuş bir ilişkiyi tek bir cevap eski haline getiremezdi Trop’un hayatında…
Herkesin aradığından daha fazlasını aradığını hissediyordu Trop… O, farklıydı… Kimsenin görmediği şeyler görmüştü bugüne kadar… Kimsenin gitmediği yerlere gitmiş, kimsenin hissetmediği şeyler hissetmişti… Farklı oluşunu paylaşabileceği birine duygularını güvenle teslim edebilirdi belki… Benliğini… Belki hayatının geri kalanını onunla birlikte geçirmeyi düşünebilirdi… Can sıkıcı herhangi bir kalıbın içine sıkıştırmaya çalışmadan…
Bir damla gözyaşı gözünden süzüldü Trop’un, ve cam masasının üzerinde bomboş duran kağıdın üzerindeki ilk işaret halini aldı…
Evet, gözyaşı… Gözyaşlarını paylaşabilmeliydi doğru insanla…
Kağıdın üzerine cesurca atlayan damladan cesaret alan Trop, yavaşça kalemi eline aldı ve sayfanın üzerinde gezdirmeye başladı…
Doğru insan, asalete sahip olmalıydı… Hareketlerinde, konuşmasında, gülmesinde, hatta saçmalamasında dahi asalet olmalıydı…
Evet, hiç fena değil, diye düşündü Trop… Ve kağıdı kelimeleriyle doldurmaya devam etti…
Doğru insan, estetiğe sahip olmalıydı… Zıtların dengesini bünyesinde kurabilmiş, bedenini, duygularını, aklını ve ruhunu bir harmoni içinde dans ettirebiliyor olmalıydı… Sanata karşı hassas, sihire açık olmalıydı… Geçmişten ders almalı, aldığı dersler çerçevesinde geleceğin taslak planlarını çıkarabilmeli, buna karşın şimdiyi sonuna kadar yaşayabilmeliydi… Düzenliliğe boşvermiş bohem bir büyüyü veya büyüye boşvermiş sıkı bir düzeni değil, serbest bir düzenin sürekliliği içerisindeki büyüyü huzur içinde ifade etmeliydi… Düşüncelerini ifade ederken, aracının kelimeler veya sayılar olması arasında bir fark olmamalıydı… Zekayı kullanabileceği yerlere ilgili, duyguları ifade edebileceği yerlere yakın olmalıydı…
Gözlerinin ardından yansıyan ışığı avuçlarının arasında tuttuğunda, parıltılı gölgeler yüzünün kıvrımları arasında huzurla hareket edebilmeliydi… Gülüşündeki kelebekler insanın içine işlemeli, gözyaşlarındaki buğu gözlerini ıslatmalıydı…
Trop, saatlerce süren sessizliğinin hıncını alırcasına yazdı, yazdı, yazdı ve yazdı… Satırlar, sayfalar dolusu yazdı… Hiç durmamacasına, aradığı şeylerin hepsini, hiçbir noktayı ve virgülü atlamadan yazdı…
Zamanın durduğunu hissettiği anda durdu Trop… Kalemi yavaşça masanın üzerine bıraktı… Yeniden ıslanan gözlerini rahatsız etmekten korkarcasına usulca yuvarlandığını ve masadan yitip gittiğini fark etmedi… Bir damla düştü kağıtların üzerine… Bir damla daha…
Ellerini birleştirip yüzüne götürdü Trop… Avuçlarındaki kokuyu içine çekti, ve hafifçe gözlerini ovuşturdu kendi kendini teselli etmek istercesine… Umut vardı hala… Değil mi? Aradığı kişiyi elbet bulacaktı… Sakin olması, duygularının seline kapılmaması ve sabretmesi yeterliydi… Mucizeler, sabredenleri ve inanarak bekleyenleri elbet bulurdu…
Avuçlarını yüzünden çekti Trop… Gözlerini hafifçe oynatıp yeniden açtı cam masanın üzerindeki kağıtlara doğru…
Oysa masanın üzerinde tek bir kağıt bile yoktu…
Trop’un saatlerdir yazdığı kelimelerin yerinde, cam masanın üzerindeki yansıması duruyordu…
Leave a Reply