Tek başına kalmaktan, yalnızlıktan ve çaresizlikten doğal olarak korkar insan. Kendini arkaya doğru bıraktığında onu yakalayacak kolların orada olduğunu bilmek ister. Bilmediği karanlık bir odaya girdiğinde; odayı tanıyan birinin elini, onun peşi sıra güvenle tutmak ister.
İşte bu yüzden, tanımadığı bir odaya giren kişinin gözleri, odanın sakinleriyle şöyle bir kesişir. Ya bir mucize arar gözler; ya da tanıdık bir başka çift göz. Odanın eski sakinleri ise, sadece merak duygusuyla bakacaktır kapıdan içeri henüz yeni süzülmüş kişiye doğru. Odaya daha önce varmış yeni sakinler ise, aynı mucize ve tanıdıklık arayan gözlerle bakacaktır yeni gelen yeni sakinlere…
Gözler değişir; gözlerin kısılışı, kaşların çatılışı, kirpiklerin oynaşması değişir. Ama, mucize ve tanıdıklık arayan ifade hiç değişmez. Zira, en süslü ve en büyük maskelerin dahi gözleri boştur.
Kimi bir yerli olmayı seçer maskesiyle… Kimi, balodaki matmazel olmayı seçip zarif, ince bir çerçeve getiriverir gözlerinin çevresine. Kimi, bir süperkahraman olmayı seçer; tüm bedenini saran renkli kostümünü tamamlayan başlığı ile… Kimi ise, kendi yüzünün bir kopyasını sarmalar yüzünün çevresine, başkalarının onu görmek istediği hale getirdikten sonra…
Maskeler çeşitlidir, maskeler çoktur… Değişmeyen tek şey, hiçbir maskenin gözleri yoktur…
Hayatında bir mucize istemeyen insan yok gibidir. Herkes, karşılaştığı ve henüz hakkında hiçbirşey bilmediği kişinin sadece onun için sihirli bir şekilde indirilmiş insan bedenine sahip bir melek olmasını ister… Ve bu masalı, ilk karşılaşma ve ilk konuşmadan sonra sürdürebildiği kadar sürdürür… Evet; melekler de yemek yer, öyle değil mi? Onların da telefon numaraları vardır… Onlar da otobüse biner, onlar da okula gider, onlar da çalışmaya ve uyumaya ihtiyaç duyarlar…
Tanıştıktan, tanıdıktan, ve tanındıktan sonra dahi devam eder insanın içindeki meleğe dair umut…
İşte bu yüzden beslenir maskeler; hem takanlar, hem de izleyenler tarafından… Kişi, karşısındakinin yüzünde gördüğü fazlalığın bir maske olduğunu bilir için için… Yine de; hala inanmak, inanmak ister bedene hapsolmuş meleğe… Bu yüzden maskelere de inanır; bedene hapsolmuş meleğin gerçek yüzü olarak benimser onları… Maskenin düştüğü anlar ise; meleğin insan bedenine dair haklı isyanları sırasında ortaya çıkan küçük kazalardır sadece…
Ne kadar inanabilir, ne kadar sürsürebilir bu oyunu bir kişi, bilinmez… Ama sonunda, olması gereken şey olur… Maskeye hala inanmak isteyen kişinin içinde biriktirdiği küller sıkışır, ve bir anda patlayıverir… Artık maske bir tarafa, taşıyıcısı bir tarafa savrulmaya mahkumdur… Kişi yorulmuştur bunca zamandır kendi kendine bir meleğe dair masallar anlatmaktan. O yüzden suskunlaşır bir süre… Konuşmaz… Yorgun kelimelerin yerini arada sırada gözyaşları alır… Geriya kalan zamanlarda; başkalarının maskeye ve ardındaki meleğe dair söyledikleri doldurur zaten söz konusu boşluğu…
Kişi, bir süre sonra gözlerini kapar…
Onları yeni bir maskenin tıkırtısıyla tekrar açtığı güne kadar söz vermiştir kendi kendine; maskelerin ardında meleklerin yaşadığına bir daha inanmamak üzere… Ama; Artık olan olmuştur… Gözlerini tekrar açar; ve gözüne yeni maskeden yansıyan ışık hüzmesi, ardında bir melek sakladığına dair umudu uyandırır tekrar içinde…
Uyanan büyük umutların, insana dair diğer duyuları uyutmak gibi kötü huyları vardır… Takılan büyük maskelerin, kişinin kim olduğuna dair diğer belirtiler gölgelemek gibi kötü huyları olduğu gibi…
Ve herşey tekrar başa döner; bu kez farklı, bu kez sihirli olmak üzere… Ama döngü, bitmeyecektir… Ta ki, kişi maskelere değil, maskelerin tek boşluğu olan gözlere doğru bakmayı öğrenene dek…
Maskeler çeşitlidir, maskeler çoktur… Değişmeyen tek şey, hiçbir maskenin gözleri yoktur…
Maskenin gözlerine doğru bakmak değil, maskenin gölgelediği boşluğun içindeki gözleri doğru olarak görmektir zor olan… Bu yetiye sahip olmak isteyen kişinin, öncelikle kendi aynasında, kkendi maskesinin gözleri ardında yatanları görebilmesi gerekir.
Maskesini yüzünden ayıran ince çizgiyi çok iyi tanımalı, maskesi ile yüzü arasında; rüzgarı yüzünde hissedebileceği kadar bir boşluğu her zaman bırakmalıdır… Bunu yapabilen kişi ödülünü alacak; ve rüzgar şevkatli ellerini her an yüzünde gezdirecektir…
Rüzgarın huzur veren elleri, sadece ilk ödülüdür gözlerinin farkında varan kişinin… Diğer ödülleri, ona zaman verecektir… Artık başka maskeleri de başka yüzlerden ayırdedebilecektir. Maskenin ardında br meleğin gizlenmediğini henüz ilk bakışta söyleyebilecektir…
Zaman, kişiye maskeler üzerindeki boşluğa bakmanın ötesinde; boşluğun ardındaki alacakaranlığı ve ardındakileri görme yetisini de verecektir…
Tabii kişi sabırlı olduğu, ve kendi kendine maskeler ve ardındakilere dair masallar anlatmadığı sürece… Çünkü kişinin kendi kendine anlattığı her masal; onun kendi maskesi ve gözlerini incelediği aynasının üzerine yeni bir kat tül perde asması anlamına gelir… Gün gelir, ayna görünmez olur… Ama kişi, aynada gördüğü bembeyazlığı kendisi zannetmeye devam eder…
Ta ki; yeni küller patlayana, ve maske ile sahibi odanın iki farklı köşesine savrulana dek…
eğer patlayan maske kişinin kendi maskesi olursa; odanın diğer tarafına doğru savrulan da kişinin kendisi olur. Bu patlama sırasında; kişinin kişisel aynası bir daha eski haline hiç dönmemek üzere çatlayabilir, kırılabilir…
Bu, kişinin kendi gözlerinin gerçek ışığına bakmak için son şansı olur… Ve sonrası, yüzündeki ve maskesindeki sabit çatlağı silmeye çalışmakla geçer…
Bu konudaki her başarısızlık; maske üstüne yeni bir maske takmakla sonuçlanır. Kişinin kendini bulması eskiden bir maskeyi indirmesi kadar kolayken, artık özü sarmış soğan kabukları gibi kat kat, birer birere soyması gerekmektedir tüm maskeleri…
Ya da, aynasını değiştirmeyi akıl eder kişi… Ve aldığı ders, kendi maskesini tekrar patlatmamasını sağlayacak kadar büyüktür… Ve belki bir gün, kendi maskesini bir kenara bırakıp sadece kendi yüzünü göstermeye cesaret edebilecektir dış dünyaya… Kendi yüzünün güzel olduğuna önce kendi inandıktan sonra…
Maskeler çeşitlidir, maskeler çoktur… Değişmeyen tek şey; hiçbir maskenin gözleri yoktur…
Leave a Reply