Yaklaşık 20 sene boyunca çeşitli oluşumlarla sahne aldığım, hayatımın her döneminden pek çok anımın olduğu Shaft Club da; İstanbul’daki pek çok canlı müzik mekanı gibi kapanıyor. “Her şey nasıl başladıysa öyle biter” diyen Yavuz Çetin’i hatırlıyorum bu haber karşısında, tatlı bir hüzünle.
Peki ama bu canlı müzik mekanları neden birer birer kapanıyor? Bunun genel geçer net cevabını söylemek zor olsa da, bazı subjektif gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.
90’larda Müzik
90’larda İstanbul’da sayısız canlı müzik mekanı haftanın 7 günü canlı müzik yapardı. Çok iyi Cover grupları vardı. Aklıma gelen bazı gruplar; Blue Blues Band, Indians, Volvox, Funk Doctors, Soul Stuff, Kangroove, Acil Servis, Athena, Gür Akad Band, …
Bu yıllar, aynı zamanda albümlerin satıldığı ve stüdyoya yatırım yapılarak albümlere büyük bütçeler ayrılabildiği yıllardı. 90’larda çok kaliteli parçaların biraz da yorumlanarak canlı çalınması, o dönemin dinleyicisine büyük keyif veriyordu ki bu mekanlar bu kadar doluyordu.
O kitle, artık kariyer çoluk çocuk sahibi olduğu için gece hayatından biraz çekilmiş gibi gözüküyor. Eğlence tercihleri daha sakin, yemekli mekanlarda dostlarla bir araya gelmeye evrildi.
2000’lerde MP3
Peki sonradan gelen nesil? 2000’li yılların başından itibaren Torrent / paylaşım programları türedi ve kaçak MP3 indirip dinlemek çok kolay hale geldi. Bu kolaya da geniş kitleler ne yazık ki meyletti.
Sonuç? Plak şirketleri, albümlere yapılan yatırımı azaltıp konserlere yapılan yatırımı arttırmaya başladı. Ucuza maledilen, dolayısıyla müzikaliteden ister istemez ödün verilmiş albümleri bedava verip; insanları dansçılar, kostümler, egolar ve ışık gösterileriyle göz kamaştıran biletli konserlere çekme yoluna gitmeye başladılar. Zira MP3 evde dinlenebilir, ama konser atmosferi evde yaşanamaz.
Popüler müzik, artık büyük ölçüde elektronik öğeler içeriyor ve bir sahne gösterisinin sadece bir parçası olmuş durumda. Dolayısıyla; şimdiki nesilde canlı müzik dinleme kültürü epey azaldı gibi. Bir diğer deyişle; davul / bas / gitar / klavye / vokal formatındaki geleneksel bir Rock grubunun çalabileceği parçalar, artık yeni neslin ilgisini çekmiyor. Çünkü o parçaları dinleyerek değil, sahne gösterisine fon müziği olan elektronik ağırlıklı müziği dinleyerek büyüdüler.
O parçaları seven kitleden hala canlı müzik dinleyenler ise, mekanları çevirmeye yetmiyor artık.
Amatör Gruplar
Gözlemlediğim bazı mekanlar, popüler 1-2 grubu hafta sonu yüksek bütçeyle sürekli sahneye çıkarıp, hafta içi ise amatör grupları çıkarma yoluna gittiler. Amatör gruplar, “Vay canına, X’in çaldığı yerde çalacağız, büyük fırsat” duygusuyla düşük bütçelere sahne almayı kabul ettiklerinde, onları dinlemeye gelen arkadaş eş dost sayesinde de mekan biraz olsun bir şeyler kazanabiliyordu.
Ancak bunun da etkisi uzun vadede olumsuz oldu kanımca. Eskiden mekana gitme kavramı vardı. İsim yapmış bir mekana haftanın hangi günü gidersek gidelim, mutlaka kaliteli bir grubun iyi bir müzik yapacağını biliyor olurduk. Dolayısıyla; “canlı müzik dinlemeye çıkmak” kaliteli müzik ve eğlenceli bir gece anlamına geliyordu.
Enstrüman ve eğitim materyalleri artık çok erişilebilir olduğundan, gruplar kısa bir sürede basit bir repertuarla sahne alabilir hale gelebiliyor. Geliyor da, grubu tanımayıp mekana gelişigüzel gelen insanların keyif alacağı bir sonuç çıkıyor mu ortaya?
Genele bakıldığında pek çıkmıyor sanki. Sahne alan grupların ortalamasındaki düşüş, müşteriler arasındaki “canlı müzik” algısını da aşağıya çekti kanımca. Bundan ötürü, canlı müzik vaadeden mekanlara gelişigüzel eğlenmeye gitme olgusu epey darbe yedi.
Biletli Mekanlar
Buna alternatif olarak; insanlara gelişigüzel canlı müzik değil, sevdikleri grup ve sanatçıları biletle izleten mekanlar açıldı. Bunlardan bazıları gösteri merkezi statüsünde, bazıları bardan hallice, bazıları ise 20-30 kişilik samimi mekan formatındalar. Ancak ortak noktaları; grup performanslarını aylık / sezonluk program çerçevesinde bilet satışıyla sunmaları.
Bu formattaki büyük mekanlar, genelde takipçi sayısı yüksek albümlü grupları çıkarmayı tercih ediyor – bazen de yabancı grupları getiriyorlar. Daha mütevazi gruplar ise, küçük butik mekanlarda daha küçük bütçelerle (muhtemelen biletten % alarak) sahne alabiliyor ancak. Bu butik sahnelerde ise ciddi ses sistemleri yok, bir kısmında davul bile yok. Dolayısıyla; oralarda da akustik ağırlıklı küçük ekipler, ufak beste oluşumları veya performanslarına doğaçlama / masal / komedi gibi öğeler katarak merak uyandıran orijinal içerik sergileyenler yer bulabiliyor.
Bu mekanlar, şu anda kısmen tutunabiliyor gibi gözükse de; bakalım uzun vadede ne olacak…
Sonuç
Son olarak; eskiden canlı müziğin kalesi olarak görülen Beyoğlu’nda ayan beyan gözlemlenebilen değişimi de dile getirmeden olmaz. Bu değişim, Türkiye’nin çehresindeki bir değişimi özetliyor aslında. Sebepleri konusunda pek çok rivayet olmakla birlikte; net sonuç orada (müzikli müziksiz) sayısız mekanın kapanması oldu. Eskiden Beyoğlu’na eğlenmeye giden kitlenin bir kısmı Karaköy’de, bir kısmı ise Kadıköy’de zaman geçirir oldu.
Bu yazının sonunda, değişimin kaçınılmaz olduğunu dile getirmek istiyorum. Bir Çin atasözü; değişim rüzgarları estiğinde kiminin barınak kiminin yeldeğirmeni kurduğunu söyler. Müzik piyasasındaki bu değişim rüzgarlarının kimi nereye götüreceğini hep birlikte göreceğiz.
Leave a Reply