Kader ve İrade

Bu konuda bana farklı kaynaklardan gelen soruları bu yazıda cevaplamak istiyorum.

“Eğer kaderimiz baştan belliyse; kafir olacağımız ve kalbimizin mühürleneceği de önceden belliyse, kişinin buradaki tekamülü belli midir? Tüm bunlar içinde irade işin neresindedir?”

Öncelikle, söz konusu soruda bahsedilen konuyla ilgili bazı örnek ayetlere göz atalım.

Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinde de perde vardır ve onlar için büyük bir azap vardır.

(2:7)

(İman ile küfür) arasında tereddüttedirler ne müminlere ne de kafirlere (bağlıdırlar.) Allah, kimi sapıklıkta bırakırsa artık ona bir yol bulamazsın.

(4:143)

Ey peygamber, kalpleri inanmamışken, ağızlarıyla “iman ettik” diyenler, Yahudilerden yalana kulak verenlerden ve sana gelmeyen başka bir toplum hesabına casusluk yapanlardan küfre koşturanlar seni üzmesin. Kelimeleri asıl anlamlarından saptıranlar da: – Bu fetva size verilirse alın, verilmezse kaçının, derler. Allah’ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Allah’a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar, Allah’ın kalplerini arındırmak istemediği kimselerdir. Onlara dünyada rezillik, ahirette de onlara büyük bir azap vardır.

(5:41)

İçlerinden seni dinleyenler vardır. Biz onların kalpleri üzerine, anlamamaları için örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Her mucizeyi görseler de ona yine inanmazlar. Seninle tartışmak için sana geldiklerinde, o küfredenler derler ki: – Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.

(6:25)

Allah kimi doğru yola yöneltmişse / hidayet etmişse o hidayet bulmuştur. Kimi de sapıklıkta bırakmışsa, onlar mahvolanların ta kendisidir. Cinlerden ve insanlardan çoğunu cehennemlik kıldık. Çünkü onların kalpleri vardır. Onunla anlayış göstermezler. Gözleri vardır, onunla görmezler, kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta onlardan da aşağıdırlar. İşte onlar gafillerdir.

(7:178-179)

Sen, onların doğru yola girmelerini çok arzu etsen de Allah saptırıcılara yol göstermez. Onların hiç bir yardımcısı da yoktur.

(16:37)

Bu, onların dünya hayatını sevip ahirete tercih etmelerinden ve Allah’ın kâfirler topluluğunu asla doğru yola iletmeyeceğindendir. Onlar, Allah’ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Çünkü onlar gafil olanların ta kendileridir.

(16:107-108)

Ve onların önlerine ve arkalarına set kılarak (çekerek) böylece onları perdeledik. Artık onlar görmezler.

(36:9)

Bu kimseler, Allah’ın ayetleri hakkında, kendilerine gelen bir delil olmadığı halde tartışır dururlar. Bu, Allah katında da, iman edenlerin yanında da büyük kızgınlık sebebidir. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.

(40:35)

Onların, Allah’tan başka kendilerine yardım edecek hiçbir velileri yoktur. Allah’ın sapıklıkta bıraktığı kimse için bir yol yoktur.

(42:46)

Bunun yanı sıra; Müddessir 31 ve Fatır 8. ayette “Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de doğru yola getirir.” ifadesi bulunmaktadır. Bu ayetlerin açıklaması, aşağıdaki soruların bağlamında görülebilir.

“Allah dilediğini şaşırtırsa, şaşırmış olanlar neden cehennemde cezalandırılırlar? Allah dilediğini doğru yola getirirse doğru yola gelenler neden cennet ile ödüllendirilirler? Kimin şaşırıp kimin doğru yola geleceğine allah karar veriyorsa hesap günü nedendir?”

Allah’ın dilemesi ile insanın dilemesini bir tutma hatasına düşmeyelim.

Burada Allah’ın dilediğini şaşırtıp dilediğini doğru yola getireceği belirtilmiştir. Ancak; Allah’ın dilemesinin (haşa) keyfi veya gelişigüzel olacağına veya adaletsizlik içerebileceğine dair bir ifade bulunmamaktadır.

Faraza; keyfi bir karar verecek de olsa, o yaratıcı ve Rab olduğu için, şüphesiz buna da teslimiyet göstermekten başka bir durum olamaz. Buna rağmen, ayette keyfiyetten bahsedilmemektedir.

Allah bize cüzi irade vermiştir ve insanları belli davranışların cennete götüreceğini bildirmiştir. Belli davranışların da cehenneme götüreceğini bildirmiştir. Aynı kabilden olmak üzere; doğru yolu bulanlar muhtemelen cennete götürebilecek davranışlarda bulunacaktır. Şaşıranlar ise muhtemelen cehenneme götürebilecek davranışlarda bulunacaktır.

Allah’ın bu konudaki dileği, kainatın yaratıldığı prensiplerin temelinde bulabileceğimiz Sünnetullah kapsamındadır. Sünnetullah’ta ise adalet ve değişmezlik vardır.

Allah; öyle diler ki, (mesela) samimiyet ve çaba gösteren doğru yola iletilsin. Bu dilek, tüm hayatta an be an etkindir; bizim anlık aciz dileklerimiz gibi keyfi, gelişigüzel ve geçici değildir.

Allah; öyle diler ki, (mesela) samimiyetsizlik ve yanlış yönde efor harcayan şaşırsın ve o yöne iletilsin. Bu dilek de, tüm hayatta an be an etkindir; bizim anlık aciz dileklerimiz gibi keyfi, gelişigüzel ve geçici değildir.

Allah’ın dilemesi ile insanın dilemesini bir tutma hatasına düşmeyelim.

Bizim cüzi irademizle yapıp yapacaklarımızın belli sonuçlara yol açmasını sağlayan sistem, top yekün Allah öyle dilediği için mevcuttur. Dolayısıyla; belli davranışların şaşırtması, belli davranışların ise doğru yola getirmesi, komple Allah’ın dilediği bir mekanizma üzerinde işler.

Allah’ın adalet sıfatı tüm kainatta tecelli ettiğinden; herkes davranışlarının sonucunu alacaktır. Allah; adalet sıfatının bir yansıması olarak böyle dilemiştir. Herkes, hakettiğini adil bir şekilde alacaktır.


“Allah insanlardan ve cinlerden birçoğunu sadece cehennem için mi yaratmıştır? Eğer Allah bazı kişileri cehennem için yaratmışsa sınav bunun neresindedir? Bu kişiler cehennem için yaratıldıkları halde iman etme ihtimalleri var mıdır?”

Allah, şüphesiz ki her şeyi bilmektedir.

Kuran, Allah’ın insanları ve cinleri kendisini tanıyıp kulluk etmeleri için yarattığını söylüyor. Bu durumda; insanların kendisini tanıyabilecekleri ayetler olmalı, değil mi? Kuran cümleleri Allah’ın ayetleri olduğu gibi; kainatta, doğada yaptığımız gözlemlerde de Allah’ın ayetlerini buluruz.

Allah’ın Kuran’da bildirilen 99 ismi arasında, Cemal ve Celal kabilinden isimler vardır. Kelimenin basit anlamıyla; Cemal güzellik ve rahmeti; Celal ise öfke ve şiddeti, kahrediciliği içerir.

Allah’ı tanıyıp kulluk etmek amacıyla yaratılan varlıkların; kısmen Cemal, kısmen de Celal isimleriyle çeşitli şekillerde karşılaşmaları beklenecektir.

Dolayısıyla; ahireti değerlendirecek olursak, kullardan bazıları Cemal tecellisi olarak cenneti, bazıları da Celal tecellisi olarak cehennemi deneyimleyecektir.

Allah; her şeyi bildiğinden ötürü, yaradılış anında kimin cennete kimin cehenneme gideceğini şüphesiz bilmektedir. İncelik şurada yatmaktadır: Kısıtlı algımızdan ötürü, bunu biz bilmiyoruz.

Bir kul, hayatın akışında belli durumlarla karşılaşır, belli kararlar verir, belli davranışlarda bulunur. Cüzi iradesini kullanır. Bunun sonucunda da cehennem veya cennete gider.

“Madem nereye gideceğimiz belli, hiç çaba harcamayalım” diyecek bir kulun böyle diyeceği de bellidir; hiçbir çaba harcamayan ve “Nasılsa sonumuz belli” diye keyfi ve fevri davranan birinin cehenneme çıkma ihtimali çok kuvvetlidir.

“Madem cennete dair bir umut var, o yönde çaba harcayalım” diyecek bir kulun da böyle diyeceği bellidir; onun çabası, Allah’ın izniyle onu cennete götürebilir.

Yani; makro ölçekte baktığımızda, Allah kimin nereye gideceğini bilmektedir. Ancak; biz kullar olarak bu bilgiye sahip olmadığımızdan, bizim için bu adeta bir sınavdır. Sınav kelimesi; Allah’ın (haşa) bizim ne yapacağımızı bilmemesinden değil, bizim bilmememizden gelir, yani kendimize bir sınavdır.

Yani dışarıdan gelen bir müdahale, biz tam şöyle davranacakken son anda böyle davranmaya zorlamamaktadır. Allah, (kusurlu bir ifade olacak ama) bir anlamda sonsuz determinizm sahibidir. Yaradılışta olup bitecek her şeyi şüphesiz görmüştür ve cüzi irademiz olsa da kimin hangi seçimleri yapıp nereye varacağını bilir.

Cehenneme varan, Allah’ın ekseriyetle Celal sıfatlarının tecellisini deneyimler. Cennete varan, Allah’ın ekseriyetle Cemal sıfatlarının tecellisini deneyimler.

Sonuç nasip olabilecek kişiye önce niyet ve umut nasip olur. O niyet ve umutla hareket edenlerin bir kısmı da sonuca varır. Bize düşen, teslimiyet ve umutla, Allah’ın rahmetine sığınarak cüzi irademizle elimizden gelen en güzel şekilde davranmaktır.

Allah’ın, kullarının bir kısmının cehenneme gideceğini bilmesi, anladığım kadarıyla sorunun sahibinde bir “haksızlık” hissi uyandırmış. Ancak; hak ve haksızlık kavramı ancak denkler arasında olabilir. Allah bizim (haşa) dengimiz değil, Rab’bimizdir. O ne isterse onu yapar, buna ancak teslim olunabilir.

Allah’ın yaratmasına ve takdirine itiraz edilemez. Eğer Allah bazı kullarını sırf cehenneme göndermek için yarattıysa, yaratmıştır – bu sorgulanamaz. Eğer bazı kullarını da sırf cennete göndermek için yarattıysa, yaratmıştır – bu da sorgulanamaz. Faraza bazı kullarını kesin cehennemlik, bazılarını kesin cennetlik, bazılarını da ihtimalli yarattıysa, bu da sorgulanamaz. Herkesin bir cennet şansı varsa, bu da sorgulanamaz. Bunlar Allah’ın takdiridir.

Yaradılmış olduğumuz ve cüzi irademiz & önümüzdeki kararlara bağlı olarak cennet veya cehennemin bizi beklediği gerçeği dururken, değiştiremeyeceğimiz gerçeği sorgulamak bizi tefekkürün ötesinde bir sonuca götürmez. Mevcut gerçeğe odaklanarak, umutkar bir şekilde elimizden gelenin en iyisini yapmak; verimli bir karar olacaktır.

Bu konudaki teslimiyet kimi insana çok kolay gelirken, kimi insanı ise zorlayabilir. İşte, herkesin sınavı farklıdır. İslam, teslimiyet ve selamet kelimelerinin aynı kökten geldiğini hatırlayalım.

Umut edelim ki; Allah bizi cennete götürecek davranışlara erişebilecek kulları arasında kılmış olsun. Eğer yolu gördüysek, o yolu yürüyebilmek için umut da var demektir. Allah’ın rahmetinden umut kesilmez.


“Kader icin su sekilde 2 tanim yapildi bana: 1.si dogum ve olum tarihimiz belli… onun disinda ölum gunune kadar hersey senin ozgur iradenle secip yapacagin Allah’in karismadigi bir surec. 2. Si dogumdan olume kadar yasayacagin yasadigin hersey yazili.. evlenecegin adama hayata getirecegib cocuga kadar… hersey levhi mahfuzda yazili… Burda araplarla da cok konusuyorum, Araplar bile Kuran’i anlamiyor. Hepsi farkli anliyor farkli ceviriyor. “

arapların kafasının karışık olması normal. kuran’daki arapçayı anlamak için, kelimelerin indiği dönemdeki anlamını bilmek gerekiyor. mesela bugünkü modern göz “kalp” kelimesini okuduğunda duygularla bağdaştırabilir. ancak indiği dönemde, insanların zihinsel / akli melekelerinin kalpte olduğu zannediliyordu. bunu bilerek okuyunca, “kalbi mühürlü” ifadesini “kafasını çalıştırmayan” diye anlayabiliyoruz.

kader kelimesinin başka anlamları da var. kuran’da “güneş ve ayın belli bir kader üzerinde hareket ettiği” ifade edilir. bence her ikisi de aynı anlamdan kaynaklı, farkı mesafeden bakılmış halde.

mesela kainattaki prensiplere göre; ne edersen onu bulursun diyelim. o zaman (çok basitleştirilmiş cümlelerle) kötülük yapan ceza bulur, iyilik yapan ödül bulur. allah her şeyi bilen sıfatına sahip olduğuna göre, onun bilgisi dışında yapıp onu şaşırtabileceğimiz bir şey olamaz kuran’a göre… o tüm ihtimalleri bilebildiği gibi, bizim hangisini seçeceğimizi de biliyor olmalı. aksini düşünmek şirk olur. ma biz allah’ın bu bilgisine sahip olmadığımız için, kendi sınırlı gerçekliğimiz çerçevesinde izafi bir irademiz varmış gibi oluyor. buna cüzi irade diyen sufiler var. yani o taşı atacak mıyım atmayacak mıyım, bunun sonucunda bir ceza görecek miyim görmeyecek miyim, bunu allah bilmektedir.

bir bakış açısına göre; benim ne yapacağım kaderimdir. o zaman da insan şuna takılabiliyor: cehenneme gidenin günahı ne? daha doğar doğmaz aslan tarafından yenen yavru ceylanın günahı ne? bu da bakış açısına bağlı. aslında tüm bu madde alemi bir illüzyondur. arkasında, her bir insanın paylaştığı ve allah tarafından üflenmiş ruh bulunmaktadır. büyük bir duruma maruz kalmış bir kimse, bu durumu uzak geçmişindeki bir yüklenmeyi temizlemek / ondan arınmak için kendi tercih etmiş bile olabilir. pişmanlığını göstermek, diyet ödemek için bu durumu seçmiş olabilir. ama her ne olursa olsun; ruh / enerji beden seviyesi maddi seviyeden daha gerçek de olsa, mutlak gerçek allah’tır.

burada kastedilen şey; reenkarnasyon veya değil; fark etmez… ruh “üflenmiş” bir şey ise bedenden önce var demekti. nerede hangi şartlarda vardı bilmiyoruz. bedenden sonra da olacak.


Her şey kaderde belliyse neden çaba harcıyoruz?

“Nasılsa her şey yazılmış” tembelci ve eksik bir bakış açısıdır. Allah’ın her şeyi bilmesi, bizim irademizi sıfırlamaz. İrade göstermek ile sonuç aynı düzlem üzerindedir, o sonuca belki ne yaparsak yapalım ulaşamayabiliriz evet, ama hiçbir şey yapmazsak da ulaşmayacağımız %100 kesindir.

O zaman köprüden atlayayım hemen, “nasılsa ölmeyeceksem hayatta kalırım”? Ya da çıkıp gördüğüm herkesi öldüreyim tüfekle, “Nasılsa cehennem yazılmadıysa gitmem”?

Bu nasıl mantıksızsa, “Kaderde neyse o” deyip ahiret için çaba harcamamak da aynı şekilde mantıksızdır.

Allah her şeyi bilme sıfatıyla, bizim yaptıklarımızı yapacaklarımızı da bilir – aksini düşünmek onu eksiltmek olur (haşa). Ancak; bu tanrı realitesidir. İnsan realitesinde, niyet -> çaba -> sonuç aynı düzlemedir. Sonucun nasip olup olmadığını bilmiyoruz. Ama niyet -> çaba göstermeden de oraya gitmemiz sıfır ihtimaldir, niyet ve çaba göstererek “nasipse” ulaşabiliriz


Posted

in

by

Tags:

Comments

6 responses to “Kader ve İrade”

  1. […] soru, Kader ve İrade makalesinde […]

  2. […] Konuyla ilgili bir diğer yazı: Kader ve İrade […]

  3. Tamer Avatar
    Tamer

    Merhabalar, yazinizi keyifle okudum.

    Merak ettigim konu su: “Allah’ın yaratmasına ve takdirine itiraz edilemez. Eğer Allah bazı kullarını sırf cehenneme göndermek için yarattıysa, yaratmıştır – bu sorgulanamaz. Eğer bazı kullarını da sırf cennete göndermek için yarattıysa, yaratmıştır – bu da sorgulanamaz. Faraza bazı kullarını kesin cehennemlik, bazılarını kesin cennetlik, bazılarını da ihtimalli yarattıysa, bu da sorgulanamaz. Herkesin bir cennet şansı varsa, bu da sorgulanamaz. Bunlar Allah’ın takdiridir.”

    Bu takdire itiraz etmek gibi bir istegim olmasa da, ona buyuk bir merak duyuyorum. Bundan dolayi teslimiyetin kendim icin guc oldugu kanisindayim. Her seye gucu yeten Allah’in bu “sinava” neden gerek duydugunu merak ediyorum. Hatta teslim olsam dahi, bu merakimi bastirabilecegimi dusunemiyorum. Teslim olup hala buna merak duymak mumkun degil mi? Teslimiyetin bir sarti bu sorgulama istegini yok etmek mi? Sinavin zor kismi bu meraka karsin teslimiyet mi?

    Umutkar bir sekilde elinizden gelenin en iyisini yaptiginizi dusundugum sizler, bu konuyu (varolus ve sinav) Allah’in – belki de ahirette – acikliga kavusturacagini dusunuyor musunuz?

    1. Dr. Kerem Koseoglu Avatar

      Benim kanaatime göre; merak tefekküre götürür, tefekkür ise Kuran’da tavsiye edilir. O yüzden, isyan ve kibir olmadığı sürece faydalıdır.

      Bunun yanı sıra; kapasite ve algılarımızın kısıtlı olduğunu unutmayalım. Bizim naçiz kulaklarımıza “Sınav” diye sunulan şey, Allah nezdinde şüphesiz çok daha fazlasıdır.

  4. […] sorunun cevabı, Kader ve İrade makalemizde […]

  5. […] soruların cevabı, Kader ve İrade başlıklı yazımızda […]

Leave a reply to Tamer Cancel reply